Bir yazı daha kendi Ege sahillerimizde otururken Yunan adalarından birinde olsak çok daha az para harcayacağımızı konuşarak karşılamış bulunuyoruz. Dokuz günlük bayram tatilinde deniz kenarına gidebilen şanslılar için konuşuyorum elbette. Sadece perşembe günü Bodrum’a 20 bin aracın giriş yaptığı haberleriyle karşılaştığımıza göre çok da az olmayan bir kitleden. Gözümüzle de görebiliyoruz zaten. Muhtemelen bir-iki güne de akmayan sulardan kesin olarak anlayacağız.
İlk cümleme dönersek, maalesef o da tam olarak gerçeği yansıtıyor. Evet, euro ne kadar yükselirse yükselsin bizim işletmeler bir Avrupa tatilinden daha yüksek bir maliyet çıkarmayı başarıyor müşterinin karşısına. Herhalde diyorum amaçları Yunan turizmini desteklemek. Başka açıklaması olamaz bu vasat kalite – yüksek fiyat politikasının. Üstüne de gürültü patırtı, kalabalık. Eğlenceden anladığımız şey her taraftan yükselen, birbirine karışan bol cıstaklı müzik. Bir deniz sesi, bir kuş sesi değil… İnsanın sözde denizle, doğayla baş başa olmaya gelip ona da kendi kurallarını dayatmasına söyleyecek söz yok gerçekten. Ya da var: Kibir.
Bahadır Baruter’in şahane bir heykeli var, devasa bir gergedanın üzerine oturmuş, onun kadar iri bir insan figürü. “Arogan” adı. Gümüşlük’teki güzelim evlerinin bahçesinde yaptığı heykel Contemporary Istanbul’a gelmişti. Oksijen’de Devrim Devecioğlu’na “İnsanlığın küstah ve kibirli yapısını temsil eden ortalama, anonim insan varlığı” diye anlatıyordu Baruter, heykeldeki adamı: “Yüzünde kendinden hoşnut ve kayıtsız bir neşe var. Gergedanın üzerine çıkmış, Buda gibi oturuyor, ‘Hallettim ben’, ‘Buralar benim’ diyor. Küstah ve kibirli insanın doğaya ve doğal olana binmişliği… O egosu, bitmek bilmeyen talepkarlığı ve pervasızlığıyla; haddinden fazla irileşmiş, obezleşmiş, büyük, hantal varlığıyla masum, barışçı, uyumlu olana, yani doğaya binip pişkince poz vermesi”.
“Arogan”, şu anda çok doğru bir yerde; Bitez’de zeytin ağaçlarının arasında kendisine haddini bilerek yer bulmuş bir yaşam alanının bahçesinde oturuyor: Zai’nin. Gördüğüm en ‘kibirsiz’ mekân. Kendisine zeytin ağaçları ve kitaplar arasında bir yaşam hayal eden Derya Atasoy’un (Bodrum Kadın Dayanışma Merkezi’nin de kurucusu) girişimiyle, “Oku, izle, dinle” mottosuyla kütüphane olarak açıldı, bugün edebiyat, müzik, sinema, tiyatro, gastronomi ve sanatı çatısı altında birleştirmiş durumda.
Kapıdan girdiğiniz anda başka bir yaşama geçiş yapıyorsunuz sahiden. Yemyeşil, ağaçlıklı bahçede dolanın, sanat eserlerini inceleyin, bir kitap alıp karıştırın, kahvenizi için, akşam huzurla yemeğinizi yiyin, düşük desibelli tatlı bir müzik eşliğinde sohbet edin. Arada suların arasından bir kurbağa sesi duyabilirsiniz. Şanslıysanız da bir konsere de denk gelebilirsiniz. Biz öyleydik örneğin; Hüsnü Arkan vardı Zai Yaşam sahnesinde. Sadece Dengin Ceyhan’ın piyanosu eşliğinde ‘şiirlerden şarkılar’ konseriyle. Çarşamba akşamı Kerem Görsev Trio ve Fatih Erkoç konseri var, Perşembe Asya’nın yorumuyla Nilüfer şarkıları, Cuma ise Zuhal Olcay.
Son bir bilgi: 15 yaş sınırı var mekânda. Bodrum’a yolunuz düştüğünde kendinize bir iyilik yapıp gitmenizi öneririm. Doğanın tepesine binmeden de iyi vakit geçirmenin, hatta eğlenmenin mümkün olduğunu göreceksiniz.